Günümüzün Samiri’leri…
Kur’anda Samiri diye biri var. Bazı müfessirlere göre Sümer asıllı olmasından dolayı Samiri demişler deniyor ama ismi de olabilir. Tam olarak bunu bilmiyoruz. Bu adam enteresan bir adam gerçekten. Adamın ne olduğuna, nasıl olduğuna girmeden önce bir şey söyleyeyim:
Kur’an-ı Kerim'de adı geçen, kendisinden söz edilen insanlar birer tiptir. Mesela Firavun. Mesela onun veziri Haman. Yine onun döneminde yaşamış Karun. Yani Kur’anı Kerim sadece tarihi bir olayı ve tarihi bir takım şahsiyetleri anlatmıyor bize. Aynı zamanda gelecek zamanlarda benzerleri olacak insan tiplerini çiziyor. Yani böyle insanlar şimdi var. Bundan sonra da olabilirler gibi ufuk açıcı bir isimlendirme ve tanımlama var, Kur’an-ı Kerim’de.
Mesela Firavun, insanları toplayıp Hz. Musa(a.s)'ya inanmak isteyenlere: “Ben sizin en ulu, en büyük rabbiniz değil miyim?” diyor. Adam kendini ilah gibi görüyor. Herkesin kendisine ibadet etmesini istiyor adeta. “Ben ne desem o olur!”, “Emirleri ve yasakları ben koyarım!” diyor. İşte Firavun böyle bir tip.
Firavun’un hemen yanında 2. adam tipi var: Haman! Yani Firavun’un veziri olan kişi. Yani 1. adamın her türlü fenalıklarına destek veren, kendi fikrini asla ortaya koymayan, o ne derse ona yaltaklanıp, dalkavukluk edip onun dediklerini yapan tipler. Gerçekten tarih boyunca bu tip adamlar olmuş. 1. adamın yanında onun desteğiyle bir makam elde etmiş, o makamını korumak ve düzenden beslenen bir bürokrat tipi bu. Onun dediklerini yapmış. Bu hakmış, bu batılmış, adilmiş, zalimmiş bunlara hiç bakmamışlar. Haman tipi bu.
Bir de Karun tipi var. Karun enteresan bir adam. İsrail kavmindendi, Firavunun kavminden değildi. Kur’an-ı Kerim söylüyor bunu. Acayip serveti vardı adamın. Hatta Kuran’da diyor ki, “Bir manga adam onun hazinesinin anahtarlarını zorlukla taşırdı.” Servete bak sen! Buna diyorlar ki; “Ey Karun! Allah sana bu kadar nimetler, servetler bahşetti. Sen de fakir fukaraya versen bunlardan. “ Cevaben diyor ki, “Ben bunları kendi ilmimle kazandım.” Bakın kendine veriyor. “Ben becerikliyim, ben kazanırım.” Günümüzde de pompalanan bir şey bu. “Sen yaparsın!”, “Ben kazandım”, “Ben ettim.” Enaniyet bu. Sonra Allah onu yerle bir ediyor. Kendisi de serveti de, defineleri de yerle bir oluyor. O da bir tip.
Karun tipleri var şu anda. Muazzam servet sahibi. Çoğu da faizden kazanıyor. Haram helal dinlemiyor. Adamın elinde dokuz lokma var. Ötekinin elinde bir lokma var. O bir lokmayı da almanın yoluna bakıyor. Ve ben bunu şöyle adlandırıyorum; günümüz Karunlar Dönemidir. Mesela 1. Dünya savaşı ile daha sonraki dönem aşağı yukarı 40-50 sene boyunca Dünyanın hali Firavunlar dönemi gibiydi. Ama belli bir dönemden sonra özellikle günümüzde Karunlar hükmediyor. Büyük servetlerle ellerindeki imkânları medyada kullanarak, filmlerde kullanarak, dizilerde kullanarak kendi istedikleri algıyı oluşturarak dünyayı servetle, malla idare ediyorlar. Bu, Karunlar Dönemidir.
Şimdi geldik, Firavun’dan, Haman’dan, Karun’dan Samiri’ye…
Samiri nasıl bir adam? Enteresan bir adam. Mısırdan Hz. Musa (a.s) Kızıldenizi yarıyor, hep birlikte kurtuluşa çıkıyorlar. Yani İsrail kavmi oradan ayrılıyor. Hz. Musa (a.s) Tur Dağına gittiği zaman, malum olduğu üzere orda vahiy alıyordu. O sırada Samiri bir şey yapıyor. İnsanların ellerinden altınları, mücevherleri, kıymetli madenleri topluyor, onları eritiyor, ondan bir buzağı heykeli yapıyor. Öyle bir buzağı heykeli ki, rüzgâr estiği zaman bir ses de çıkarırmış. Hz. Musa (a.s) dağda iken insanların bir kısmı ona tapmaya başlıyor. Musa (as), kardeşi Hz. Harun'u vekil olarak bırakmıştı. O da peygamberdi. Hz. Harun (a.s) ikaz ediyor, uyarıyor ama dinlemiyorlar. Hz. Musa (a.s) bir geliyor ki, kavminin önemli bir kısmı o buzağıya tapıyor. Tabi Hz. Musa çok öfkeleniyor, kızıyor. Samiri’yi çağırıyor. “Ey Samiri! Derdin neydi senin?” diye soruyor. Samiri’nin cevabı enteresan orada. Samiri, Hz. Musa’nın getirdiği dinin dışında bir din ortaya koymuyor ama dini içerden çürütüyor. “Elçinin izinden bir tutam aldım. Bunun içine attım.” Yani, “Ben senin yolundayım” diyor ama görünür bir ilah ortaya koyuyor. Bu nasıl bir tip? İlerde de buna benzer tipler gelecek.
Mesela adam İslamın içinde veya Hristiyanlığın içinde, ordan ayrılmıyor ama öyle fikirler ortaya koyuyor ki, insanları öylesine peşinden sürüklüyor ki, asıl din kenarda kalıyor; onun uydurduğu, ismi aynı olan o din devam ediyor. Bunun örneği var mı? Evet, Hristiyanlıkta var.
Mesela Ferisi Yahudilerden bir adam vardı. Bu adamın Yahudi adı Saul’du. Bu adam aynı zamanda Roma vatandaşıydı. O zamanlar Doğu Roma imparatorluğunda Roma vatandaşı olmak bir meziyetti ve ayrıcalıktı. Böylece Pavlus adını almıştı. Onların adamıydı, onlara casusluk yapardı. İlk Hristiyanlara, İsevilere işkence ederlerdi. Pavlus muhbirlik yapar, Roma askerleri de gelip baskınlar yaparlardı. İseviliği söndürmek için çok çalıştı, çabaladı. Ama yapamadı. Sonra bir gün, İsevilerin olduğu yere geldi. Dedi ki, “Ben Şam’a giderken İsa bana tecelli etti. Ben düştüm, bayıldım. Artık İsa’ya inandım. Ben sizden biri oldum.”
O zamanlar Petrus, Barnaba gibi havariler hayatta. Pavlus, Petrus’la beraber Anadolu’yu Antakya taraflarını vs. gezdi. Kendini tanıttı. Sonra Petrusu da bıraktı. Kendi Hristiyanlık yorumunu esas aldı.
Bu çok acayip tarihi bir olaydır. Birazcık Yunan Felsefesi kattı. Biraz o dönemin efsanelerinden kattı. Biraz da İsa vaazı... Ortaya yine bir Hristiyanlık! “İsa tanrıdır!” diyen Pavlus'tur mesela. Tanrıdır, demekle onu buharlaştırdı. Örnek olmaktan çıkardı. Asli günah, yani “İnsanlar günahkâr doğar.” Bunu ortaya attı. 12 vilayete birer mektup yazdı. Her birine ayrı ifadeler kullandı. İhtilaf konusu olacak şeyler. Bunlar Holy Bible dedikleri İncillerin içinde var, son kısımlarında. İncil gibi saygı görüyor. Ve bu adam havari olmadığı halde havari gibi saygı görüyor.
Saint Paul denen adam işte böyle bir adamdır. Sonra bu adam güya kendini öldürttü. Birilerinin bunu idam ettiği söyleniyor ama bazı tarihçiler diyor ki; “Hayır bu öldürülmedi, ölmüş gibi gösterildi. Ta ki insanların gözünde daha da yücelsin.” Yani bu yolda kendini feda etti. Bunun ismi etrafında Pavlik Kiliseleri oluştu. Pavlik kiliseleri üzerinde de İznik Konsülünde karar verildi. Böylece Katolikliğin temelleri atıldı. Aryus gibi Tevhide yakın ekoller elendi, tamamen İsa’yı tanrılaştıran, “Tanrının oğludur” diyen yine adı Hristiyanlık ama özünü kaybetmiş bir din oldu.
Peki daha sonra ne oldu? İslam’da da böyle şeyler var mı? Evet, var. Bir örnek vereyim. Macar yahudisi bir adam Ignaz Goldziher. Bu adam "ben Müslümanım" demedi. Gitti, Ezher üniversitesinde İslamiyeti öğrendi. 8 dil bilirdi. Hatta Tefsir Usulü konusunda kitap yazdı. Müslüman alimlerle konuşurdu. Ancak bu adamın bir özelliği vardı: Hadislere saldırdı. Yani İslamın 2 temelinden birini çürütme yollarına baktı. Ve bazı yarım yamalak hocalar bundan etkilendiler. Hatta bu bid'a taraftarı yarım hocalardan biri bunun eserini Türkiye'de tercüme ettirip bastırdı.
Goldziher 1921’de öldü. Ama İslamiyeti içerden çürütmek isteyenlere bir model koydu. Bu da neydi? “İslamiyete dışardan saldırmayın, içerden çalışın.” Yani Samiri’nin yaptığını yaptı. Yani St. Paul’un yaptığını yaptı. Ve o çizgi hala tehlikeli bir şekilde devam ediyor.
Adam mezhep imamlarına saldırıyor, müçtehitlere saldırıyor, hadislere saldırıyor. Bunu yaparken de bir perde bir maske lazımdı. Bir meal veriyor, cahil cühelanın eline. Efendim bu var işte, daha ötesine ne gerek var gibi. Adam İslam’ın temellerini bilmiyor, Kur’anı anlamanın yollarını, usullerini bilmiyor. Böyle insanları kandırmak kolay oluyor.
O yüzden Samiri’yi tanımak aslında bir tipi tanımaktır. Bizim onlara karşı uyanık olmamızı Allah bize bir ima, bir telmih, bir ikaz olarak koymuş oraya. Bu çok tehlikeli bir tiptir. Günümüzde de bu tiplerin örnekleri var, belki gelecekte de olacak. Bunlara karşı yapacağımız bir tek şey var; Kur’ana ve onun tefsir ve uygulaması olan Sünnete sarılmak. Çok iyi bir şekilde biz dinimizi bu kaynaklardan öğrenmeye devam edeceğiz. İslam büyüklerine de dört elle sahip çıkacağız. Gerekirse müdafaa edeceğiz inşallah.
Ömer Sevinçgül
Yorumlar
Yorum Gönder