Her mevsimin ayrı bir güzelliği var. Kışın beyazı, karı; baharın yeşili ve yeşilin bütün tonları ne kadar güzelse; sonbaharın da bu altın sarısı yaprakları ve onların meydana getirdiği dekor o kadar güzel. Sanki bahardan, yazdan kalma günler yaşıyoruz. Gerçekten her şey çok güzel…
Rabbimizin nimetleri içindeyiz. Dağlar ayrı nimet, vadiler ayrı nimet, akarsular, göller ayrı nimet, rüzgâr, yağmur, kar hepsi ayrı ayrı nimetler…
Cenab-ı Hak her şeyi güzel yaratmış… Tüm bu güzelliklere güzel bakmayı, güzel görmeyi ve güzel gören, güzel insanlardan olmayı Rabbimiz bizlere nasip eylesin.
Cenabı Allah, “Dağları dünya gemisine hazineli direkler yaptık” buyuruyor. Yerin içindeki o sıkışıklıkları Rabbimiz, dağların menfeziyle yeri nefeslendirerek gideriyor. Nasıl ki, büyük gemilerin direkleri vardır. Onları sarsıntıdan korurlar; yeryüzünün bu uzay denizinde Allah'ın yüzdürdüğü bu dünya gemisinin de; direkleri dağlardır. Hazineli direkler… İçlerinde insanların ihtiyacı için hazırlanmış değişik değişik madenlerin depo edildiği hazineli direkler dağlar…
Tabi her şey anlatılamıyor… İnsan görüyor, hissediyor ama gördüklerini ve hissettiklerini söze, dile dökmekte zorluk çekiyor. Kelimeler sınırlı kalıyor, insanın hissettiklerini ifade etmede kifayetsiz kalıyor. Hani merhum Akif demiş ya:
Oku, eğer sana hisli bir yürek lazımsa,
Oku çünkü onu yazdım iki söz yazdımsa.
Çaresizliğimin gözyaşıdır, bence bütün eserim!
Ağlarım anlatamam, hissederim, söyleyemem,
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım.
Evet, kalbin dili yok. Mevcut dilimizle kalbe tercüman olmaya yeterli olmuyor.
Gerçekten bu altın sarısı yapraklar, rüzgârın esmesiyle onların böyle titremeleri çok hoş yani tatlı bir rüzgâr estiği zaman bütün yapraklar hep birden sallanmaları, mesela bir stadyum düşünün; tribünler bazen şaha kalkıyor, alkış sesleri filan, Cenab-ı Hakkın rahmetini alkışlıyorlar. Milyonlarca, milyarlarca, trilyonlarca yapraklar Allah’ı zikrediyor böyle bir zikir sesi, zikir uğultusu ve adeta ilahi rahmeti alkışlama sahnesini seyrediyoruz.
Tabi bazıları bunlardan firak, ayrılık elemini de duyar. Yani o yapraklar doğmuşlar, yeşermişler, büyüyüp serpilmişler sonra sararmışlar işte ölecekler, her an dalından bir bir kopuyorlar… Hangisi kopacak? Adeta kopmamak için bir titreyiş şeklinde de görülebilir. Ehl-i gaflet de böyle bakıyor. Çünkü onlar dünya dalından kopmayı istemiyorlar. Her kopan şey onlara kendi kopuşlarını ve kopacaklarını hatırlatıyor. Onun için de onlar için bir hüzün tablosu meydana getiriyor. Sonbahara bu yüzden hazan mevsimi demişler. Yani Hüzün veren bir mevsim. Ayrılıkların hatırlandığı, sergilendiği bir mevsim.
Gerçekten de bir fanilik tablosu var. Dünyanın fani olduğunu bize de gösteriyor. Bu sararmış yapraklardan biz de fanilik dersi alıyoruz. Faniliğin resmini görüyoruz. Sadece sonbaharın sararmış yaprakları değil, her gün ikindi vaktinde sararan, batmaya meyleden güneş, bize bir gün hayat güneşimizin de batacağını hatırlatıyor. Eserlerde şöyle bir cümle var. “Hem o koca güneşin ufûle meyletmesi işaretiyle insan bir misafir memur ve her şey geçici, bîkarar olduğunu ilân etmek zamanıdır.”
Bu sararan yapraklar da, sararan, batmaya meyleden güneş de; her şeyin kararsız olduğunu ve bir gün batacağını bize haber veriyor. “Küllü nefsin zaiketül mevt” “Her canlı ölümü tadacaktır.” gerçeğini bize düşündürüyor.
Ama Mevlana der ki; “Güneşe batmaktan ne zarar gelir?” Yani güneş yeniden daha canlı doğmak için batar. Sonbahar ve kış yeni bir bahara zemin hazırlamak için gelir hayatımıza uğrar.
Dolayısıyla hayatın da mevsimleri vardır. Bu dışımızda yaşanan mevsimleri, Rabbimizin o mevsimler üzerinden verdiği mesajları, ay, güneş ve yıldızlar üzerinden, dağlar, göller üzerinden verilen mesajları anlayan ve bunlara uygun yaşayan bir insan ölmekten de korkmaz. Çünkü bilir ki, ölüm yokluk değil, yeniden doğmak için, taptaze, ebedi genç ve güzel kalacağı bir hayata geçmek için ölüm bir basamaktır, vasıtadır.
İşte bu kadar güzel. İnancımız bu kadar ölüme karşı rahat ve huzurlu baktırabiliyor. Güzel olandan çirkinlik gelmez. Güzelden güzellik gelir. Allah güzeldir. “Ya Cemilü Ya Allah!” diye başlıyoruz ya tesbihata! Bütün gördüğümüz güzellikler Onun güzelliğinin bir yansımasıdır.
Rabbimizin nimetleri içindeyiz. Dağlar ayrı nimet, vadiler ayrı nimet, akarsular, göller ayrı nimet, rüzgâr, yağmur, kar hepsi ayrı ayrı nimetler…
Cenab-ı Hak her şeyi güzel yaratmış… Tüm bu güzelliklere güzel bakmayı, güzel görmeyi ve güzel gören, güzel insanlardan olmayı Rabbimiz bizlere nasip eylesin.
Cenabı Allah, “Dağları dünya gemisine hazineli direkler yaptık” buyuruyor. Yerin içindeki o sıkışıklıkları Rabbimiz, dağların menfeziyle yeri nefeslendirerek gideriyor. Nasıl ki, büyük gemilerin direkleri vardır. Onları sarsıntıdan korurlar; yeryüzünün bu uzay denizinde Allah'ın yüzdürdüğü bu dünya gemisinin de; direkleri dağlardır. Hazineli direkler… İçlerinde insanların ihtiyacı için hazırlanmış değişik değişik madenlerin depo edildiği hazineli direkler dağlar…
Tabi her şey anlatılamıyor… İnsan görüyor, hissediyor ama gördüklerini ve hissettiklerini söze, dile dökmekte zorluk çekiyor. Kelimeler sınırlı kalıyor, insanın hissettiklerini ifade etmede kifayetsiz kalıyor. Hani merhum Akif demiş ya:
Oku, eğer sana hisli bir yürek lazımsa,
Oku çünkü onu yazdım iki söz yazdımsa.
Çaresizliğimin gözyaşıdır, bence bütün eserim!
Ağlarım anlatamam, hissederim, söyleyemem,
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım.
Evet, kalbin dili yok. Mevcut dilimizle kalbe tercüman olmaya yeterli olmuyor.
Gerçekten bu altın sarısı yapraklar, rüzgârın esmesiyle onların böyle titremeleri çok hoş yani tatlı bir rüzgâr estiği zaman bütün yapraklar hep birden sallanmaları, mesela bir stadyum düşünün; tribünler bazen şaha kalkıyor, alkış sesleri filan, Cenab-ı Hakkın rahmetini alkışlıyorlar. Milyonlarca, milyarlarca, trilyonlarca yapraklar Allah’ı zikrediyor böyle bir zikir sesi, zikir uğultusu ve adeta ilahi rahmeti alkışlama sahnesini seyrediyoruz.
Tabi bazıları bunlardan firak, ayrılık elemini de duyar. Yani o yapraklar doğmuşlar, yeşermişler, büyüyüp serpilmişler sonra sararmışlar işte ölecekler, her an dalından bir bir kopuyorlar… Hangisi kopacak? Adeta kopmamak için bir titreyiş şeklinde de görülebilir. Ehl-i gaflet de böyle bakıyor. Çünkü onlar dünya dalından kopmayı istemiyorlar. Her kopan şey onlara kendi kopuşlarını ve kopacaklarını hatırlatıyor. Onun için de onlar için bir hüzün tablosu meydana getiriyor. Sonbahara bu yüzden hazan mevsimi demişler. Yani Hüzün veren bir mevsim. Ayrılıkların hatırlandığı, sergilendiği bir mevsim.
Gerçekten de bir fanilik tablosu var. Dünyanın fani olduğunu bize de gösteriyor. Bu sararmış yapraklardan biz de fanilik dersi alıyoruz. Faniliğin resmini görüyoruz. Sadece sonbaharın sararmış yaprakları değil, her gün ikindi vaktinde sararan, batmaya meyleden güneş, bize bir gün hayat güneşimizin de batacağını hatırlatıyor. Eserlerde şöyle bir cümle var. “Hem o koca güneşin ufûle meyletmesi işaretiyle insan bir misafir memur ve her şey geçici, bîkarar olduğunu ilân etmek zamanıdır.”
Bu sararan yapraklar da, sararan, batmaya meyleden güneş de; her şeyin kararsız olduğunu ve bir gün batacağını bize haber veriyor. “Küllü nefsin zaiketül mevt” “Her canlı ölümü tadacaktır.” gerçeğini bize düşündürüyor.
Ama Mevlana der ki; “Güneşe batmaktan ne zarar gelir?” Yani güneş yeniden daha canlı doğmak için batar. Sonbahar ve kış yeni bir bahara zemin hazırlamak için gelir hayatımıza uğrar.
Dolayısıyla hayatın da mevsimleri vardır. Bu dışımızda yaşanan mevsimleri, Rabbimizin o mevsimler üzerinden verdiği mesajları, ay, güneş ve yıldızlar üzerinden, dağlar, göller üzerinden verilen mesajları anlayan ve bunlara uygun yaşayan bir insan ölmekten de korkmaz. Çünkü bilir ki, ölüm yokluk değil, yeniden doğmak için, taptaze, ebedi genç ve güzel kalacağı bir hayata geçmek için ölüm bir basamaktır, vasıtadır.
İşte bu kadar güzel. İnancımız bu kadar ölüme karşı rahat ve huzurlu baktırabiliyor. Güzel olandan çirkinlik gelmez. Güzelden güzellik gelir. Allah güzeldir. “Ya Cemilü Ya Allah!” diye başlıyoruz ya tesbihata! Bütün gördüğümüz güzellikler Onun güzelliğinin bir yansımasıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder